" SÖZLERİ İYİ DİNLEYİP EN GÜZELİNE UYANLARA NE MUTLU " ( ZÜMER :18 )
HZ. RESUL ZAMANINDA KUR'AN ZATEN CEM EDILMIS TOPLANMISTI.SADECE BIR KITAP HALINE GETIRILMEMIS, KAGIT,TAS, AGAC KABUKLARI UZERINDE YAZILI OLARAK BIR ARADA BULUNUYORLARDI.TABII HAFIZLAR BIR TARAFTAN EZBERE DEVAM EDIYORLARDI...
HZ. EBU BEKIR DONEMINDE KUR'AN'I İLK KİTAP HALINE GETİREN HEYETİN BAŞKANI ZEYD BİN SABIT , HZ. OSMAN DONEMINDE KUR'AN'I ÇOĞALTAN KOMİSYONUNDA BAŞKANI IDI...ILK KUR'AN CEM EDILIP KITAP HALINE GETIRILDIKTEN SONRA YILLARCA- YAKLASIK 30 YIL - HZ. RESUL'UN HANIMLARININ BIRININ YANINDA KALIR.BU ARADA HAFIZLAR HALA KUR'AN EZBERLEMEYE VE HAFIZ SAYISI ARTMAYA DEVAM ETMEKTEDIR.DAHA SONRA B YAKLASIK 30 YILIN SONUNDA YENI KOMISYON ILE ZEYD BIN SABIT KUR'AN'I ÇOĞALTIR.ANA MUSHAF ILE ÇOĞAŞLTILAN KUR'ANLAR 10-15 SENE DAHA BIR ARADA AYNI ZAMAN BIRIMI ICINDE YUZLE R, BINLER, ONBIN, YUZBINLERE HITAP ETMEYE VE HIZMET VERMEYE DEVAM EDER.TABII BU ARADA HAFIZLAR EZBERE DEVAM ETMEKTE, HAFIZ SAYISI HIZLA ARTMAKTA IDI...!KUR'AN'IN ÇOĞALTILMASINDAN 10-15 SENE GEÇTIKTEN SONRA ILK KUR'AN PEYGAMBERIMIZIN ESINDEN ALINIR YAKILIR,ISTE TUM SORU ATMA , INSAN ZIHNINE VESVESE VERME FAALIYETLERININ KOKENI BU OLAYDIR.ACABA KUR'AN'IN ORJINALININ ORTADA OLDUGU SONUCUNA NASIL VARACAGIZ...?KUR'AN'IN TÜMÜNÜ EZBERE BILEN BINLERCE HAFIZI BIR KENARA BIRAKILSA BILE , ILK KITAP YAPAN HEYETIN BASKANI ILE KUR'AN'I ÇOĞALTANLARIN BAŞKANI AYNI KIŞI IDI KI BU ZAT PEYGAMBERIMIZCE OZELLILLE KUAN CALISMALARI NEDENIYLE DAHA HAYATINDA IKEN OVGUYE MAZHAR OLMUS BIRI IDI....AYRICA ILK KITAP HALINE GETIRME SIRASINDA DORT HAFIZ DORT KOLDAN HER BIRI KUR'AN'I CEM EDER TOPLAR , BU DORT MUSHAF'TAN TEK MUSHAFA ULAŞIRLAR...
- HATTA O KADAR YOGUN BASKI VE STIRES ALTINDA KALIRLAR KI BU DORT HAFIZDAN BIRI OLAN HUZEYM BIR AYTETI BULAMAZ VE BUNALIM ICINDE " KUR'AN 'IN TÜMÜ KIMSE ELIMDE DEMESIN " DER....TABII DIGER UC HAFIZ BU ARADA KUR'AN'I TAMAMI ILE CEM ETMISLERDI...ONA DA BULAMADIKLARI AYETI VERIRLER !- ISIN ILGINC YONU BU SOZ BILE KUR'AN UZERINDE SUPHE DUSURMEK ISTEYENLER KULLANMAYA CALISIRLAR !, HALBUKI DORT KISILIK ILK KOMISYONDAN BIR KISI BIR AN ICIN YOGUN CALISMANIN TESIRI ILE O AN ICIN BULAMADIGI AYET UZERINE BU CUMLEYI SOYLEMISTIR...! DIGER UYELERDEN BOYLE VEYA BENZERI BIR CUMLE ISITILMEZ. HUZEYM EZBERE BILDIGI AMA YAZILI KAYNAK BULAMADIGI ICIN BU SIKINTILI ANINDA BU CUMLEYI O SOYLEMISTI VE SADECE KENDI CALISMALARI ILE ALAKALI GECICI BIR OLAY IDI ...-
BU DA YETMEZ GIBI BU ILK ANA MUSHAF VE COĞALTILAN MUSHAFLAR 10 15 SENE BIR ARADA AYNI ULKENIN SINIRLARI ICINDE BULUNMUS VE ONLARDAN BINLERCE HAFIZIN YETISMISTIR.ARALARINDA FARKLILIK OLDUGUNA DAIR TEK BIR OLAY , HADISE, SOZ GUNUMUZE GELMEMISTIR.ZATEN ILK KUR'AN CEM'I - KITAP HALINE GETIRILMESI OLAYI - UNUTMAYALIM KITAP HALINDE DEGILSEDE ZATEN KUR'AN TOPLU OLARAK BIR ARADA VAR IDI - HZ. RESUL'UN VEFATINDAN 6 AY SONRA OLMUSTUR.
OLAYI KISACA TOPARLARSAK :
1- HZ. RESUL VEFATINDAN ONCE HAFIZLAR KUR'AN'I EZBERLEMIS VE KITAP HALINDE OLMASA BILE KUR'AN'I BIR ARAYA GETIRILMISTI...
2-HZ. RESULUN VEFATINDAN 6 AY SONRA KUR'AN KITAP HALINE GETIRILIR.KUR'AN EZBERE DEVAM EDİLMEKTE, HAFIZ SAYISI DA HIZLA ARTMAYA DEVAM ETMEKTEDIR
3-YAKLASIK 30 SENE SONRA KUR'AN ÇOGALTILIR!ANA MUSHAF ILE COGALTILAN KUR'AN'LAR 10- 15 SENE DAHA BIR ARADA BULUNURLAR.BU ARADA KUR'AN EZBERI VE HAFIZ SAYISI DA ARTMAYA DEVAM ETMEKTEDIR.HIC BIR SORUN, EKSIK AYET VEYA KAYBOLMA IDDIASI ORTAYA ATILMAZ, DILE GETIRILMEZ...
"OSMAN'IN ÇOĞALTTIGI MUSHAFLARDAN BIRI HICRI 4. ASIRDA BILINIYOR VE OKUNUYORDU "
( CASANOVA : MUHAMMED ET- LAFIN DU MONDE , SAYFA : 25 )
"KUR'AN İNSANIN BEKLEYEMEYECEĞİ BÜYÜK BİR TİTİZLİK VE MÜKEMMELİYETLE KORUNMUŞTUR."
( SCHWALLY, DIE SAMMLUNG DES QORANS : 2/93 )
BATILI ARASTIRMACILAR DISINDA ISLAMI BIR COK ESERDE COGALTILAN ESERLERIN GORULUP OKUNDUGUNA DAIR BELGELER BULUNMAKTADIR.AYRICA GUNUMUZDE DE COGALTILAN KUR'ANLARDAN UCUNUN YERI BILINMEKTEDIR ( PAKISTAN,MISIR VE ISTANBUL )
TÜM BUNLAR SOZKONUSU IKEN KUR'AN'DA EKSIK-YANLIS-HATA- ARAMAK SADECE ONYARGI VE TAASUP GOSTEGESIDIR !
KUR-ANIN YAZILMASI
Cebrail (a.s) vasıtasıyla,Allahtan gelen ayetleri Hz. Muhammed hemen ezberlerdi. Sonra Hz- Resul bu ayetleri hem ashabına yazdırır.(tahta,taş,deri,papürüs,kağıt) hem de ezberlettirirdi.
Hz-Resul vefat ettiğinde bu ayetlerin hepsi yazılı ve ezberlenmiş) olarak bir arada bulunuyordu.
Hz-Ebu Bekir döneminde bu Kuran ayetleri Zeyd bin Sabit liderliğindeki hafızlar komisyonunca toplanır,yine hafızlarca denetlenir ve bir kitap haline getirilir. Sonra bu tek ilahi kitap (Kuran) yaklaşık 30 sene bir kadına (Ümmü Selemeye) emanet edilir.
Hz-Osman döneminde İslam coğrafyası genişlediği, çeşitli lehçeler ortaya çıktığı için her bölgeye gönderebilmek üzere Zeyd bin Sabit liderliğinde bir hafızlar komisyonu toplanır ve Kuran hafızlar kontrolünde Kuran kopyalanıp çoğaltılır. Günümüzde de ezber ve çoğaltım devam etmektedir. Kısaca Hz-Resuldan itibaren Kuran hem hafızlı, hem ezbere günümüze dek kesintisiz iki kaynaktan oluşmuştur.
KURAN HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ
Prof. Ennest Renan:Bu kitap dini bir inkılap kadar,edebi bir inkılaba da işarettir.
Rene Basset:Kuran ebedi güzelliğin ezeli ve ebedi güzelliğin ezeli vs ebedi timsalidir. Meleklerde,insanlarda o mukaddes kitabın her hangi bir ayeti ayarında tek bir cümle bile yazmaktan acizdirler.
Gustose Le Ban:Kuran ,insanlara zorla kabul ettirilmekten tamamen uzaktır. Ancak inanç ve kanaatle yeryüzüne yayılmıştır.
Prof. Cement Huart:Bütün Kuranda konuşan yalnız Allahtır. Peygamber ise yalnız vahyin tebliğine vasıta olmuştur.
Prof.İ. Goldziher:Kuran ismiyle bilinen ve Allah tarafından vahyedilmiş olan bu kitap aynı zamanda bütün cihan edebiyatının bir abidesidir.
Prof. Nathan Södenblom: Kuran muayyen zamanlarda Hz-Muhammed (a.s.m) tebliğ edilmiş Allah kelamıdır.
Jhon Davenport:Bu Kuran iledir ki Hazreti Muhammed (a.s.m) Resullüğünü doğrulamış Ona bir nazire getirmekten aciz bırakmıştır.
Bertram Thomas:Kuran edebi üslübu da insanı vecde getiren bir güzelliktir.diyor.
Prof. Reğis Blachere:Arapça bilinmeyen avrupalı bir dinleyici bile bazı sureler okunurken heyecana gelmektedir. Dinleyicileri manevi bir tesir altında bırakır.
Emile Dermenghem: Kuran Hazreti Muhammedin (a.s.m) en büyük mucizedir.Kuran mucizedir ve eşsizdir der.
Arthur Pellegnin:Kur-anın mukaddes metni,hiç şüphesiz ki bütün fikir hareketlerinin ilham kaynağıdır.
Prof.Armand Abed: En basit kinayelerine varıncaya kadar,bütün üslübu ilahi olduğu için,insan bu kitaba hayran olur.
Will Durant:Kuran saf ve sade ruhlara dünyada mevcut imanların en safını ,en açığını ;dini merasimi en sade alanını ve bilhassa putperestlik ve papazlıkla alakası olmayan şeklini etmiştir.
Prof. Edouard Mantet:Bu din kitabının güzelliği göklere çıkarılacak derecededir.
Prof. Jacgues C. Rister:Onun insanlara tesir kudretiyle manevi yüceliği,Hazreti Muhammedi (a.s.m) Allahın nuru ile azametine (büyüklüğüne) uymuş göstermektedir. Bunu hiç kimse inkar edemez.
Prof. Guadefroy-Domomlaynes:O eşsizAllah kelamının heyecan verici bir tarzda yükselmesi, ondaki kuvvet ise kudretin dinleyeni sarması yegane muciceşi demektir. Resülullahın peygamberliğinin doğruluğu da işte bununla sabittir.
Raymand Charles:Öyle tasvirleri vardır ki,onların ahenkli seslerinden hasıl olan musikinin dokunaklı güzelliği insanların zihinlerini vahyin kabulüne hazır hale getirir.
Dominigue Soundel:Kuranın başlıca özelliği,edebi bakımdan taklidine imkan olmamasıdır,der.
Jacgues Jamier:Kuran üslübune tercüme imkanı yoktur.
Baswonth-Simith:Gerçekliğin hikmetin ve üslüp sadeliğin mucisesi,diyor.
Prens Bismarc:Ben kuranı her bakımdan inceledim,her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm.
Corsel: Kuran bütün insanlığın tılsımını çözmekten aciz kaldığı muazzam bir sır olarak yaşamaktadır.
Kont H. De Castri: Kuran sonsuza dek bir mucizedir. Bu kutsal kitabın ta kendisi kaynağının ilâhi olduğunu ispata kâfidir.
KUTSAL KİTAPLARIN KAYNAĞI SÜMERLERDİR İDDİ(İFTİR)ASI :
MEZOPOTOMYA'DA BULUNAN KİL TABLETLER 1850 YILINDA BULUNMUŞ VE ANCAK 1870 YILINDA ÇÖZÜLÜP OKUNABİLMİŞTİR.YANİ KUR'AN'IN VAHYEDİLDİĞİ TARİHTEN 1200 YIL SONRA BULUNUP OKUNABİLEN TABLETLERİN KUR'AN'A KAYNAKLIK ETMESİ NE KADAR BİLİMSEL VE OBJEKTİF BİR İDDİA OLABİLİR !
GILGAMIŞ DESTANINI , KENDİSİNDEN ÇOK ÖNCEKİ BİR TARİHDE YAZILMIŞ OLAN ESKİ BİR TABLETİN İÇERDİĞİ BİLGİLERİ ÇARPITAN BİR VERSİYON OLDUĞU ARTIK BİLİNMEKTEDİR.1914 YILINDA ARNO REOBEL TARAFINDAN BULUNAN ASIL TABLETTE " ÇOK TANRICILIĞIN BULUNDUĞU İDDİA EDİLEN DÖNEMDEN ÇOK ÖNCELERİ TARİHLERDE YERYÜZÜNDE TEK TANRI İNANCININ BULUNDUĞU ,İNSANIN BALCIKTAN YARATILDIĞI VE TUFAN KARAMANI OLAN ZİUSUDRA İSİMLİ KİŞİNİN VAHİYLARA HER ZAMAN SAYGILI VE DİNDAR BİR KRAL OLDUĞU " BİLGİLERİ YER ALIR !
NOT : Biz Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanların peygamberlerine (Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Davut) ve kitaplarına (Tevrat, İncil, Zebur) inanmasak dinden çıkarız. Fakat Yahudi ve Hıristiyanlar bizim peygamberimize (Hz. Muhammed (S.A.V) ) ve kitabımıza (Kuraan-ı Kerim ) inanırsa dinlerinden çıkarlar. İşte biz Müslümanların üstün yönü burasıdır.
KUR'AN HAKKINDA DAHA DETAYLI BILGI ICIN " KUR'AN VE BILIM " ADLI DOYALARIMIZA BAKABILIRSINIZ !
AYNI KONUYU DAHA DETAYLI İŞLEYEN hakikat.net ADRESİNDEN ALDIĞIMIZ YAZI AŞAĞIDADIR :
ÂYETLERİN BİR MUSHAFTA TOPLANMASINDAKİ YÖNTEM ve TİTİZLİK ve TEVBE SÛRESİNİN SON ÂYETİ
Misyoner Gılchrıstın, Kuranı hedef alan kasdi iddialarından biri de şudur: Buhari, hadis kitabında Zeydin şu sözlerine yer veriyor; Tevbe suresinin son ayetini buluncaya dek, hurma ağaçlarından, beyaz taşlardan ve derilerden toplayarak Kuran için aradım. Kuranın ilk derlenişinin nasıl bir gevşeklikle yapılmış olduğu sırf bu hadisten bile kolayca anlaşılmaktadır. Kuranın, bugün İslam dünyasınca kabul edilen metni, tek ve tam bir nüsha haline sadece Zeyd b.Sabit tarafından getirilmiştir. Bu sadece tek bir kişinin çalışması ve anlayışıyla olmuştur. Son ayetlerin sadece tek bir kaynaktan derlenişi ve bunlardan başka bir kimsenin haberinin olmayışı, Zeydin meydana getirdiği Kuranın son metinsel şeklinin Kuranın ilk ortaya çıktığı günlerde herkes tarafından bilinen şekliyle tamamen aynı olmadığını açıkçı göstermektedir.
Kuranın, Peygamber Efendimizden hemen sonra, daha ilk halife döneminde ne büyük bir titizlikle bir kitap haline getirilip muhafaza edildiğini bilenler açısından bu iddia çok garip ve boşlukta durmaktadır.
Zeydin; Tevbe Sûresinin son ayetini buluncaya dek aradım şeklindeki sözü; bir gevşekliğin değil, ciddiyet ve gayretin işaretidir. Demek ki, Zeyd ve onun gibi ayetleri ezberlemiş hafızlar, Tevbe Suresinin son ayetini kesinlikle biliyorlardı; ancak belgelenmesi için şahitli yazılı belge aranıyordu. Nitekim, mezkur ayet de, bir sahabinin yanında yazılı olarak bulunarak belgelenmiş ve mushafa alınmıştır. Bu ayetin yazılı olarak sadece bir sahabi de bulunması, bu ayetten başka bir kimsenin haberinin olmaması anlamına gelmez. Dikkat edilirse; bu iddiada bile, bilinen bir ayetin araştırıldığı itiraf ediliyor. Yoksa, tesadüfen ele geçmiş bir yazının derlenmesi söz konusu değil.
Kuranın bugünkü haline gelişinin, sadece tek kişinin çalışmasıyla olduğu iddiası da yanlıştır. Çünkü Zeyd b. Sabit; Ömer, Osman, Ali, Ubey b. Kab, İbnu Mesud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Ez-Zübeyr, Abdullah b. Said, Talha, Sad, Huzeyfe, Amr b. el-As, Ebu Hureyre, Halid b. el-Velid, Ebu Musa el-Eşari, Ebu Zeyd ve Ebu Derdadan oluşan, gerçekten her biri bir zirve olan keyfiyetli onsekiz kişilik bir komisyonun başkanıydı (Ö.N.Bilmen, Tefsir Tarihi, Ank.1955, s.22).
Hz.Ebubekir, ashabdan sika(güvenilir) ve zabt(ezber) ile meşhur olan hafızları Hz.Ömerin evinde toplamış ve ayetleri toplama işinin nasıl olacağı ve bunu kimlerin yapacağı hususunda karar almıştı(Tarih-i Kuran, s.:11, Sebilür-Reşad Mec., c.7, sayı:168; s.:276-277). Ve mezkur komisyonun başına, işin manevi sorumluluğunu yüklenmek istememesine rağmen Hz.Zeyd b. Sabit seçilmişti. Kimdi Zeyd?
Zeyd, Allah Resulünün, Medinedeki hayatı süresince vahy katipliğini yapmıştı.
Ashab içinde Kuranın tamamını ezberleyenlerden ve en iyi okuyanlardan birisildi. Tebük seferinde Malik b.Neccar oğullarının bayrağı Amâra b. Hazmın elinde iken, Resulullah onun elinden alarak Zeyde vermiş ve; Zeyd, Kuranı çok iyi bilir; Kuran mukkadem (evvel, önde) dir, buyurmuşlardır.
Zeyd, aynı zamanda çok zeki bir sahabiydi. Resulullaha Süryanice mektuplar gelmeye başlayınca, Resulullahın emri ile en kısa zamanda Süryaniceyi öğrenmişti.
Hz.Ebubekir, onu, Kuranı toplamakla görevlendirdiği zaman Zeydin çekingen davranması üzerine; Ey Zeyd, sen akıllı ve yetişkin bir gençsin. Seni biz, hiçbir kusur ile itham edemeyiz, diyerek Zeydin güvenirliğini vurgulamıştı.
Peygamber Efendimizin vefat edeceği yıl, Resulullah, Kuranı, Cebraile nasıl arzetmiş ise Zeyd de, yazdığı bütün ayetleri Hz.Peygambere arz eylemiş, böylece; arza-i ahireyi yani son arzolunanı yazmış idi(el-İbane, s.58; Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII, 317-318; Tarih-i Kuran, s.10; Ebu Amr Osman b. Said ed-Dâni, el-Mukni fimarifeti Mersûmi Mesahif-i Ehlil-Emsar maa Kitabın-Nukad-Tahkik: M.A.Dehman- Dimeşk 1940, s.121-122, Menahil, I-243 ).
Böyle bir şahsiyetteki Zeydin, Kuran ayetlerini bir kitapta toplamaktaki titizliğini anlamamak mümkün müdür?
Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Hz.Ebubekir; Zeyde, hafızasına asla güvenmemesini, her ayet için iki delil olmak üzere, iki şahıstan yazılı nüsha aramasını emretti. Kendilerinde Kurandan yazılı parça bulunan herkesin bunları Zeyde getirmesini şehirde ilan etti. Bu ilan,camide yapılmıştı. Hz.Ömer de, şahitlerin ellerindeki nüshaların, Hz.Peygamber tarafından kontrol edilmiş olup olmadığını yeminle tahkik ve tesvik ediyordu(Kuran ayetlerinin bir kitapta toplanması teklifi de ilk önce Hz.Ömerden gelmişti.Hicretin 12.senesi vuku bulan Yemame Harbinde birçok hafız sahabi şehid düşmüştü. Kurra sahabilerin zamanla daha da azalabileceği Hz.Ömeri, Kuranın kaybolabileceği hususunda endişeye sevk etmişti). Zaten Zeyd, vazifeyi ilk kabulü sırasında, Hz.Ömerin kendisine yardımını şart koşmuş, o da ciddi bir şekilde yardım etmişti(Süyuti,Itkan, I/73).
İbnu Hacer(852/1448) demiştir ki:
Zeyd, iki şahidden aşağısını kabul etmiyordu. Bu iki şahidden maksad, hıfz(ezber) ve kitabet(yazı)dır. Yahut, Resulullahın huzurunda yazıldığını iki kişinin görmesi demektir. Veyahut, Kuranın nazil olduğu vecihleri(okuma şekillerini) gören iki kişi demektir. Bütün bunlardan gaye de; yalnız ezbere dayanmayıp, bizzat Resulullah(sav)in huzurunda yazıldığını görme zaruretidir(Fethul-Bârî, IX/12).
Buharinin, Zeyd b. Sabitten rivayet ettiği hadiste, Tevbe Suresinin son iki(128,129) ayetini Ebu Huzeyme el-Ensariden başkasının yanında bulamadım demesi, yazılı nüsha olarak demektir. Çünkü sahabeden birçoğu, bu ayetleri ezbere biliyordu. Zeyd de, bunlardan biriydi(Tarih-i Kuran, s.11; Menahil, I/ 245; Mebahis, s.74).
Hadiste ismi geçen Ebu Huzeyme, Resulullah tarafından, şahitliği iki kişi yerine geçmesi hususunda müjdelenmiş bir kimsedir(Tefsir-i İbni Kesir Zeyli, s.9: Bir kere Resulullah, Arabi Seva İbni Kaysdan bir at satın almıştı ve Arabiye; gel de bedelini vereyim diye yürümüştü. Resulullah yürüyordu, fakat Bedevi daha yağlı bir müşteri bulurum ümidiyle olsa gerektir ki, Peygamberi takip etmiyor, ayağını sürüyordu. Nihayet aradığını da buldu. Resulullahın akdinden haberi olmayan bazı kimseler fazla para vermişlerdi. Resulullah geri dönüp geldiğinde Bedevi; ben sana satmadım diye alış-verişi inkar etti ve sattımsa şahid göster dedi. Bu sırada oraya gelen Huzeyme, Resulullahın lehine şahidlik ederek Bedevinin atı sattığına kanaati bulunduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Resulullah, Huzeymeye;
-Bu alış verişte bulunmadığın halde hangi kanaatin seni bu şehadete sevk etti, dediğinde Huzeyme;
-Ya Resulellah; ben seni, tebliğ ettiğin semavi haberle tasdik etmiş bulunuyorum. Şu şehadet de nedir ki! diye cevap vermiş. Resulullah, Huzeymenin şehadetini kabul ederek;
-Her kimin lehinde veya aleyhinde Huzeyme şehadet ederse, onun şehadeti kafidir, buyurmuş ve onun münferiden şehadetini iki kişinin şehadetine eşit kılmıştır./Tabakat-i İbn-i Sad, c.4, s.90-91; Üstül-Gâbe).
Bir mushafta toplanan ayetler hususunda İsmail Hakkı İzmirli şu tesbiti yapıyor: Kuran-ı Mübin tamamıyle toplandıktan sonra, Hz.Ömer, Ashab-ı Kiramı toplattı. Onlara okudu. Ashab-ı Güzin, tamamıyle tasdik ettiler. İçlerinden hiçbir itiraz vaki olmadı.(Tarih-i Kuran,s.11).
Toplanan bu sayfalar, vefat edinceye kadar Hz.Ebubekirin yanında kalmış, o vefat edince Hz.Ömere intikal etmiştir. O vefat edince de, kızı ve Peygamber Efendimizin zevcesi Hz.Hafsaya geçmiştir. Hz.Osmanın hilafetinde ise, aynı nüshadan birkaç nüsha çoğaltılarak İslam ülkesinin çeşitli merkezlerine gönderilmiştir.
HZ.OSMAN ZAMANINDA İSTİNSAH EDİLEN (ÇOĞALTILAN) MUSHAFLAR ŞİMDİ NEREDEDİR?
Prof. M.Tayyib Okiç ( Allah rahmet eylesin ), şu bilgileri vermektedir:
Hz. Osman tarafından muhtelif bölge merkezlerine gönderilen mushaflardan üçü hakkında bilgi vermek mümkündür:
Şama gönderilen mushaf: Yedinci ve sekizinci (Hicri) asırlarda görülmüştür. Bu nüshayı bizzat gören sekizinci asrın meşhur alimi İbnu Kesir (774/1373), bunun 518 hicri (1124) tarihlerine doğru Taberiyye şehrinden Dımaşka (Şama) nakledildiğini söylemektedir (Tefsir-i İbnu Kesir Zeyli, s.15 / Yaklaşık 700 yıl önce yaşamış, İbnu kesir(1301-1373)in meşhur tefsiri bugün elimizde olduğuna ve mevcut Kurandaki aynı ayetleri kelimesi kelimesine tefsir ettiği bilindiğine göre demek ki; Kuran bize kadar müteselsilen ulaşmıştır ve hiçbir şüpheye asla mahal yoktur). Şibli Numani(1914), bu nüshanın Sultan II. Abdülhamid (1918) zamanında bir yangın esnasında yandığını söylüyorsa da ez-Zencani ve Abdülvahab Hamudaya göre; bunun evvelce Petersburgda olup da şimdi İngiltereye nakledilmiş bulunan nüshanın aynı olduğunu kuvvetle tahmin etmektedirler. Diğer taraftan meşhur Türk mütefekkiri merhum Musa Carullah (1369/1949), merhum Ömer Rıza Doğrula gönderdiği bir mektupta; evvelce Semerkantta iken sonradan Petersburga nakledilen bu nüshanın, 1923de Taşkentteki Beylerbeyi Camiine kaldırıldığını yazmaktadır.
Medinede el-Mescidün-Nebevide bulunan nüsha:
Bu nüshanın ise, (654/1356) tarihinde vuku bulan yangından kurtulduğunu es-Samhudiden öğreniyoruz. Musa Carullaha göre; bu nüsha, orada bugüne kadar muhafaza edilmiştir. Osman Keskioğlu, aynı mushafla ilgili olarak: Musa Carullah Bilgi, 1930da Bolşeviklerin Rusyasından kaçtıktan sonra yakın ve uzak şarkta dolaşırken Kuran ve mushafa ait epeyce tahkikat yapmış, bunları Hindistanda neşretmiştir. Mezkur nüshanın Medinede Ravza-i Mudahherada mahfuz bulunduğunu, Medine-i Münevverede mücavirliği esnasında eseri orada gördüğünü söylemektedir(O.Keskioğlu, Kuran Tefsiri,s.247) demektedir.
Basra Mushafı: Şibli tarafından zikredilen bir rivayete göre; Kurtubaya, oradan Portekize ve daha sonra Fasa getirilmiş ve burada uzun zaman kalmıştır. Bu mushafın, şehadetine tegaddüm eden anlarda bizzat Hz.Osman tarafından okunan nüsha olduğu ve hatta üzerinde kan lekeleri bulunduğu hakkında da bazı rivayetler vardır. İbnu Batuta(779/1377)nın ifadesine göre, bu kan lekelerini havi nüsha, sekizinci asra kadar mevcut idi(İlahiyat Fak.Usul-ü Tefsir Notları,s.51).
Bütün bu bilgilerden şu sonuca varıyoruz: Demek ki; Kuranın derlenip çoğaltılan ilk nüshaları, asırlar boyu titizlikle muhafaza edilmiş ve o nüshalara uygun olarak milyonlarca çoğaltılıp dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Sayıları her geçen yıl katlanarak artan ve milyonları bulan hafızlarca ezberlenmiş, hem metin olarak hem de dilden dile/gönülden gönüle günümüze kadar gelmiş ve ilanihaye aynı metodla devam edeceğine şüphe yoktur.Bugün yeryüzünde baskısı bulunan milyonlarca Kuranın tek bir harfine kadar aynı olması, onun asla değiştirilemediği hakkında bize bir kanaat vermiyor mu? Böyle bir sağlamlık ve yücelik, insanlık tarihi boyunca hiçbir kitaba nasip olmamıştır ve olmayacaktır da!.
KURANIN YEDİ HARF ÜZERE NAZİL OLMASI ve KUREYŞ LUGATI İLE YAZILIP ÇOĞALTILMASI
Misyoner Gılchrıst, Kuran-ı Azimüşşan hakkında şüphe yaymak amacıyla, yine kitapçığının bir yerinde şunu söylüyor: Hz.Osman, Buharinin kayıtlarına göre, yanındakilere şöyle demiştir: Zeyd b.Sabit ile siz Kuran üzerinde herhangi bir noktada ayrılığa düşerseniz, o zaman bunu Kureyş lehçesindekine göre yazın. Çünkü (Kuran), onların lehçesinde vahyolunmuştur. Kuranın birbirinden farklı ayetlerinin mevcut olduğu bu ifadeden açıkça anlaşılıyor.
Ne aciz ve garib bir iddia!..Kuranın yedi harf üzere nazil olduğunu ve kıraat farklarındaki hikmetleri anlamadan böyle bir iddianın zayıflığı ve geçersizliği anlaşılamaz.
Buhari ve Müslimin naklettiği bir hadisin tercümesi şudur:
Ömer b. el-Hattab(r.a)ın hadisidir. Dedi ki: Hişam b.Hakim b.Hizamın, Fürkan Sûresini, Resulullahın bana okutmuş olduğu, benim okuduğumdan başka bir şekilde okuduğunu duydum. Nerede ise (kızgınlığımdan) üzerine atılacaktım. Sonra (Namazı, bitirip) dönünceye kadar bekledim, sonra ridasını göğsünün üzerinde topladım, onu Resulullah (s.a.v)in yanına götürdüm ve dedim ki: Ben, bunu, Fürkan Sûresini sizin bana öğrettiğinizden başka türlü okurken duydum. Bana (Resulullah) dedi ki: Hişamın yakasını bırak. Sonra, ona; oku! dedi. O da okudu. (Resulullah) dedi ki: Böylece nazil oldu. Sonra bana dedi ki: Oku!. Ben de okudum. (O zaman da) buyurdular ki: Böylece nazil oldu. Muhakkak ki Kuran, yedi harf üzerine nazil olmuştur; bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz.(el-Lülüü, I/175-176, Hds.nu.:448).
Yine müttefegun aleyh bir hadis şudur:
İbnü Abbas(r.a.) hadisidir. Muhakkak Resulullah (s.a.v.)buyurdu ki: Cibril bana (Kuranı) bir harf üzerine okuttu. Ben yedi harfe varıncaya kadar artırmasında ısrar ettim. (A.g.e.,Hds. nu.: 469).
Yedi harf, yedi Arap lehçesi veya yedi vecih demektir.Resulullahtan işitmiş olmak şartıyla Kuranın değişik vecihlerde okunmasına izin verilmiştir.
Bunun hikmeti, hadislerden de anlaşıldığına göre, Kuran okumayı kolaylaştırmaktır. Kuranın ilk muhatapları, kabileler halinde dağılmış olduklarından aralarında telaffuz farkları vardı. Bu özür sebebiyle onlara bir ruhsat verildi. Yedi farklı vecihle okuma(kıraat) izni verilmişse de, kitabet(yazı,hat) sadece Kureyş lehçesi üzere olmuştur. Bu da, ihtilafı asgariye indirmiştir. Zira kolaylaştırmayı gerektiren özrün zail olmasından sonra, asli harfin kitabeti, tilavet için de esas olmuştur: Özrün zail olmasıyla yedi harfe verilen muvakkat müsaade sona ermiştir. Zira lehçeler arasındaki ayrılık ve yaygın ümmilik, Kuranın toplayıcılığı ve ümmiliğin azalmasıyla giderilmiştir.(Prof.Dr.S.Yıldırım, a.g.e., s.73).
Kadi İyada(544/1149) göre; Yedi harf hakkındaki bütün rivayetler, başkasının okuyuşunu kınamaktan menetmek gayesini ortaya koymaktadır (Adil Kemal, Ulumul-Kuran,s.85,86).
Şunu açıklıkla söyleyebiliriz ki; Kuranın yedi harf üzere nazil olması ve Cenab-ı Hakkın rahmetinin bir tecellisidir. Zira Cenab-ı Hak kullarına asla zorluk dilemez, daima kolaylık diler.
Hz.Osmanın, Zeyd b.Sabite verdiği talimata gelince: Buharinin rivayet ettiği hadiste, Hz.Osmanın, istinsah heyetinde bulunan Kureyşli üç kişiye: Siz ve Zeyd b.Sabit, Kurandan herhangi bir şeyde ihtilaf ederseniz, onu Kureyşin lügatı ile yazınız. Çünkü (Kuran) onların diliyle inmiştir (Buhari,VI.99), dediği belirtilmiştir.
Bu hadiste belirtilen husus; Kuranın birbirinden farklı ayetlerinin mevcut olduğu anlamına gelmez. Buradaki talimat, Kuran istinsah edilirken lehçe bakımından bir ihtilaf olursa, hemen Kureyş lugatine göre düzeltilmesi ve yazılması şeklindedir. Çünkü, değişik okuyuşlara müsaade olsa da Kuran, Kureyş lehçesi üzerine nazil olmuştu. Çünkü Kureyşin lehçesi, Arap lehçelerinin en fasihi, en kolayı, Nebi(s.a.v.)in dili; lugatların seçilmesi ve kıraatların birbirinden ayırt edilmesi esnasında üzerinde icma olunan lugat da o idi(el-Mukni,s.120,121)
OLAYA PRATİK BAKALIM.LAH ŞİVE- LEHÇESİ- İLE İSTANBUL ŞİVESİ AYNI MIDIR...AMA " GELİYORUM " KELİMESİNİ " ÇELEYRUM " DİYE OKUMAK NE YAZILISI NE DE ANLAMINI BOZAR, DEĞİŞİKLİK SADECE OKUMADA -LEHÇEDEDİR...!
Hz.OSMAN, MUSHAFI NİÇİN İSTİNSAH ETTİRDİ ve ÖZEL MUSHAFLARI NİÇİN YAKTIRDI?
Genişlemiş İslam devletinin önemli merkezlerine dağılan Sahabe, kendi bildiği kıraati halka öğretiyordu. Bunun neticesinde şehirler arasında kıraat farklılıkları ortaya çıkmıştı. Çünkü Hz.Ebubekir döneminde yazılan İmam Mushaf yedi harf (lehçe) gözönünde bulundurularak, bazı kelimeler, lehçelere göre farklı telaffuzları gösterecek şekilde yazılmıştı. İmlası aynı olsa da telaffuzları farklı olabiliyordu.
Yeni müslüman olmuş Arap olmayan halklar, diğer lehçeleri bilmediği için öğrendikleri kıraatin tek doğru olduğuna inanıyorlardı. Bu sebepten münakaşalar çıkıyor, birbirine kâfir diyecek kadar ileri gidenler oluyordu. Ebu Kılabenin rivayetine göre, sonu tekfir etmeye varan bir münakaşaya Hz. Osman da şahid olmuş, onlara; Siz, benim yanımda bile ihtilaf ediyorsunuz. Daha uzak yerlerde bulunanlar elbette daha fazla ihtilafa düşerler deyip Mushafı çoğaltmak gereğine kanaat getirmişti.
Bardağı taşıran son damla, Buharinin rivayetine göre şu hadise idi: Hicri 25 senesinde vuku bulan Ermenistan Gazasında, Suriye ve Irak askerleri birlikte savaşmışlardı. İki bölgenin askerleri, kıraat hususunda ihtilaf ederek birbirlerini tekfir edenler dahi oldu. Ordu komutanı Huzeyfe İbnül-Yeman, bu duruma çok üzüldü ve Medineye döner dönmez, daha evine gitmeden Hz.Osmana varıp; Ne olur, mahvolmadan önce şu ümmetin imdadına yetiş!... diyerek meseleyi anlattı ve yahudi ve hıristiyanlar gibi Kitapta ihtilaf edilmesinden endişe ettiğini arzetti.
Bunun üzerine Hz.Osman, Muhacirun ve Ensarla istişare ederek Hz.Hafsadaki Mushafın tek bir lehçe üzerine çoğaltılmasına ve önemli merkezlere gönderilmesine karar verildi ve huzurundaki seçkin heyete; Ben, halkı bir tek(tek lehçe üzerine yazılmış) Mushafta toplayacağım. Böylece ihtilafların önünü almak istiyorum demiştir(el-Mukni, s.119-120; el-Bürhan, I.235; Tarih-i Kuran; s.12 ).
Hz.Osman(r.a.), bu Kuran hizmetinde Allahın lütfuyla kesin başarıya ulaşmıştır.
Bu büyük halifenin, aynı meyanda bir hizmeti de, değişik lehçelerde yazılmış, hatta bazıları eksik de olabilen şahsi(özel) Kuran nüshalarının imha edilmesini(yakılmasını) emretmesiydi. İbnül-Cezeri, (v.833/1429), şahsi Kuranlar hakkında şu tesbiti yapıyor:
Bazan izah maksadıyla, metin arasına kıraatler hakkında açıklamalar koyarlardı. Çünkü onlar, Hz.Peygamber(s.a.v.)den öğrendikleri Kuranı iyice biliyorlardı.
Bazen de metnin devamına tefsir mahiyetinde notlar yazıyorlardı. Mesela İbnu Mesud, kendi Kuranına, Bakara Sûresi 198. ayetin(Rabbimizin lutuf ve kereminden nasibinizi aramanızda size bir günah yoktur ) hemen devamına; fî mevâsimil-hacci: hac mevsiminde diye yazmıştı. İşte bütün bunlar, resmi bir Kuranın ortaya çıkmasını ve diğerlerinin imha edilmesini zaruri kılıyordu.
Böylece Hz.Osman, ileride doğabilecek büyük fitnelerden ümmetin korunmasında çok büyük bir hizmeti başarmıştı.
Fakat Hz.Osmanın emrine rağmen, öyle anlaşılıyor ki, şahsi mushaflar, geniş İslam dünyasına yayıldığından büsbütün ortadan kalkmadı. H.3. ve 4. asırda Kuran Tarihine dair eser yazanlar; İbn Mesud, Ubey gibi zevatın mushaflarını gördüklerini bildirirler. Bu da iyi olmuştur. Kaybolsalardı, muarızlar tarafından, aralarında fazla bir fark olduğu iddia edilebilirdi (Prof.Dr. S. Yıldırım, a.g.e., s. 69-70).
Böylece J.Gılchrıstın mezkur kitabındaki; Hafsanınkinin dışında kalan diğer bütün nüshaların yakılışı(Gerekli istinsah yapıldıktan sonra Hafsanın nüshası da yakılmıştır. O da resmi bir mushaftı ama, sûrelerin sıralanması konusunda üzerinde çalışılmamıştı ve yazısı da o kadar mükemmel değildi. Bunun için onun da yakılması gerekmişti. Bütün gayret, Allahın kitabı hususunda hiçbir ihtilafa meydan vermemek içindi) bunların aralarındaki farklılık gösteren tüm delilleri ortadan kaldırmıştır. Bizce bu nüshaların böyle bir müdahaleye maruz kalarak yakılmaları, bu farklılıkların çok ciddi ve aşırı olduklarına ışık tutmaktadır(Bkz: a.g.e., s.27) şeklindeki aşırı ve maksatlı iddiası da suya düşmektedir.
ÇARPIK BİR İDDİA ve AHZAP SÛRESİNİN YİRMİ ÜÇÜNCÜ AYETİ
YA DA KURAN NE EKSİK NE DE FAZLADIR
Ayet ve sûrenin ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar Kuran cahili olan(ya da iddiasını kasten abartan) J.Gılchrıstın bir tutarsız iddiasını daha cevaplarken Kelamullaha imanımızı iyice kavileştirmiş olalım. Cahil misyoner Gılchrıst diyor ki:
Hafsanın nüshasının kopyaları, çoğaltılıp çeşitli yerlere dağıtıldıktan sonra, bu metni ilk yazan ve sonra bundan yapılan kopyalar üzerinde çalışan aynı Zeyd İbn-i Sabit, bu son metinlere aktarılması unutulmuş bir sûre(!) hatırlar. Diğer bütün elyazısı metinler yakılıp ortadan kaldırıldıktan sonra Hafsanın nüshası tüm dünyaya Kuranın doğru, mükemmel ve sağlam tek metni olarak dağıtıldı. Ama şimdi aradan epey bir zaman geçtikten sonra Zeyd, bu Kurana kaydedilmemiş bir sure(!) hatırlıyor. Bu da doğal olarak bizi Hafsanın nüshasının her ayrıntısında tam ve sağlam bir Kuran olmadığı sonucuna götürüyor. Kuranın bugün kabul edilen Arapça metni bile Hz.Osmanın, Zeydi bütün İslam dünyasında okunacak gerçek bir Kuran metni hazırlamakla görevlendirdiği zaman mevcut olan, Hafsanınki de dahil olmak üzere bütün Kurán nüshalarından farklıdır... Kuranın bugünkü metninin her ayrıntısında gerçek, güvenilir ve tam olduğuna inanılıyorsa, o zaman Hz.Ebubekir, Ömerin yönetimleri döneminde tam bir Kuranın mevcut olmadığı da kabul edilmelidir. Ya da, ilk iki halife dönemlerinde Kuranın gerçek, güvenilir ve tam bir nüshası mevcut idiyse, o zaman Kuranın bugünkü metnine ilaveler yapılmış olmalıdır. Çünkü sure 33:23, birbirleriyle çelişkili Kuranların yakılmasından sonra, Hz. Osmanın yönetimi döneminde epey bir zaman Hafsanın nüshasında kesinlikle yer almıyordu.
Bu iddiada sûre diye söz edilen, Ahzab Sûresinin 23.ayetidir. Öte yandan; söz konusu ayetin Mushafa yazılması, istinsah işinden, yani Hafsanın nüshasının çoğaltılıp tüm dünyaya gönderilmesinden öncedir. Yani, Kuranın mükemmel ilk nüshası henüz oluşma safhasındadır. Zikredilen iddia, misyonerce ve ustaca yapılan büyük bir çarpıtmadır. Kuranı iyice tanımayanların zihinlerinde bu gibi iddiaların ne büyük ve acı bir tesir bırakabileceğini düşünebiliyor musunuz?..Öyleyse misyonerler, işlerini iyi biliyorlar? Ya bizler, iman ettiğimiz kitabımızı ne kadar tanıyoruz? O Kitaba ne kadar yakınız? Kuran, hayatımızın ne kadarına yön veriyor? Bunların iyi bir muhasebesini hala yapmayacak mıyız?..
Evet, biz yine sadede dönelim. Önceden de belirttiğimiz gibi; Hz.Ebubekir döneminde cem edilen ve daha sonra Hafsa'ya intikal eden ilk nüsha, tek harf(vecih, kıraat) üzere yazılmış değildi ve surelerin tertibi yapılmamıştı. Uzun süre muhafaza edilen bu nüshanın yazılarında dökülme ve silinme de olabilirdi. Onun için çoğaltma kararı verilince, Zeydin başkanlığındaki seçkin heyet, Hafsanın nüshasını ciddi bir tetkikten geçirdiler. Nitekim, Ahzab suresinin 23.ayetinin yerinde yazılı olarak durmadığı tesbit edildi. Dikkat edilirse, bu ayetin varlığı yeni keşfedilmiş değil; hafızalarda mevcut ve yıllardır ezbere okunuyor. Bu ayetin, daha sonra ilk nüshada bulunamaması, zaten ezberlere yerleşmiş Kuranın varlığına ve mükemmelliğine hiçbir zarar verememiştir.
Bu konudaki rivayet şöyledir: Zeyd b. Sabit demiştir ki; (Kuranı istinsah ederken) ben, (Hafsanın yanındaki Kuranın yazılı) sahifeleri (nin suretlerini) mushaflara naklettim de, el- Ahzab (suresin)den bir ayet ki, Resulullah(sav)den onu okuduğunu her zaman işittiğim halde kaybetmiştim. Ve o ayeti (yazılı olarak) bulamamıştım; yalnız, Peygamberimizin, tek başına şehadetini iki kimsenin şehadetine denk tuttuğu Ensardan Huzeymenin yanında buldum. (En son onu da, heyetin kararıyla mushaftaki suresine koyduk) O ayet de, Allahın; minel-müminine ricalün... kavlidir(Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI-II, 273 /Buhari, c.6, s.98-99).
Bu hadisin zahirinden, zikredilen ayetin istinsah esnasında yerine konduğu anlaşılsa da, Hz.Ebubekir zamanındaki ilk nüshada yerleştirildiğini savunanlar da vardır. Mesela, Ebu Cafer et-Taberiden, İbnu Atiyye; O, son toplamada kaybolmuştur; fakat birinci cemde kaybolmuş olması da daha sahihtir dediği rivayet ediyor(Mukaddimetân, s.274). Kitabül-Mebanide de aynı görüş hakimdir.
Rivayetlerde ve yorumlarda ifade edilen her ne olursa olsun; bütün tarihi belgelerden, bugünkü elimizde bulunan Kuran-ı Azimüşşanın ne eksikliğinin, ne de fazlalığının olmadığı kesinlikle anlaşılmaktadır.
SÖZÜN ÖZÜ
Kuran;-Tevrat ve İncilin aksine-nazil olmaya başladığı andan itibaren zapt u rapt altına alınmış ve muhafaza edilmiştir. Bu gerçek, inkarcılarca da malumdu. Buna işaret eden bir ayetin meali şöyledir:
Dediler ki; (Bu Kuran) evvelkilerin masallarıdır, onları yazdırmış, sabah-akşam onlar kensine okunuyor(Furkan Sûresi,5).
Hicretten önce 8.yılda Hz.Ömer, kız kardeşi Fatımanın evinde Tâhâ ve Tekvir sûrelerinin yazılı olduğu sahifeleri bulmuş, okunan ayetler karşısında ürpermiş ve sonra da müslüman olmuştu. Bu hadise de, Kuranın başlangıcından beri yazıldığını gösteren tarihi bir belgedir.
Peygamberimiz(Hz.Muhammed), meleğin(Cebrail) tebliğ ettiği vahyi ezberliyor, sonra vahiy katiplerinden birini çağırarak(Vahiy katipleri, 26 veya 42 kişi idi /Ali b.Bürhanüd-Din el-Halebi, es-Siretül-Halebiyye, 1320, III.326) gelen kısmı, ait olduğu yeri de tayin ederek yazdırıyordu (Zerkeşi, Burhan, I.238).
Nakillerden iyice anlaşıldığı üzere; Peygamber Efendimiz, muhtemel bir yanlışlığı düzeltmek için, gelen vahyi yazdırdıktan sonra katipten okumasını istiyordu. Kendisine okunarak mukabele görmüş bu metin, Resulullaha teslim edilip hane-i saadette muhafaza ediliyordu. Ashaptan isteyenler, sonra kendileri için, onlardan şahsi nüshalar istinsah ediyorlardı(M.Hamidullah, Kuran-ı Kerim Tarihi, s.43).
Hz.Peygamber, yeni indirilen her vahiy metnini önce erkekler, müteakiben de kadınlar cemaatine okuyup tebliğ ederdi(A.g.e. s.43, n.1de İbn İshak, Sireden).
Kuran metnini yazanlar da, parçayı, hem ezberliyor, hem de yazılı olarak evlerinde bulunduruyorlardı. Yazma bilmeyen ve şahsi nüshası olmayan müminler; Hz.Peygamberin namaz, vaaz ve sair vesilelerle devamlı surette Kuran okuması sayesinde, kulak yoluyla belliyorlardı(A.g.e.,s.45).
Peygamberimiz, İslama yeni girenleri, Kuranı iyi bilen sahabeye gönderirdi.
Mescidde, Kuran öğretip öğrenenlerin çıkardığı seslerden dolayı birbirlerini şaşırmamaları için, Hz.Peygamber ashabına seslerini kısmalarını emretmişti. Gecenin karanlığında, ashabın meskenlerinin yanından geçenler, arı kovanı uğultusu gibi Kuran sesi işitirlerdi(Zerkani, Menahil, I.241).
Sahih hadis kaynaklarının nakillerine göre; Allah Resulü, her yılın Ramazan ayında, o zamana kadar vahyedilmiş bütün ayetleri Cebrail aleyhisselama okuyordu. Ömrünün son Ramazanında bu mukabele iki defa olmuştu.
Kızı Fatıma, babasının o Ramazan kendisine gizlice şöyle fısıldadığını daha sonra Hz.Aişeye naklediyordu: Cibril, Kuranı her sene benimle bir defa karşılaştırırdı. Bu sene iki defa mukabele etti. Bundan, artık ecelimin geldiğini anladım.
Bu mukabele geleneği, asırlardan beri her Ramazan devam etmektedir.
Allah Resulünün ahirete irtihali üzerine Hz.Ali(r.a.), derhal evine kapanmış; Kuranı cem etmedikçe, Cuma namazına çıkmak hariç, ridamı giymemeye yemin ettim diyerek, sözünü yerine getirmiş, Kuranı cem etmedikçe Hz.Ebubekre biat etmemişti(Prof.Dr.S.Yıldırım, a.g.e., s.60).
Kuranın, bir heyet tarafından resmen cemi de, yine ilk halife Hz.Ebubekir zamanında yapılmıştı.
Şu bir gerçek ki; bu derece titiz ve sağlam korunarak asırlardan asırlara noksansız bir intikal, sadece kendinde hiçbir şüphe olmayan(el-Bakara,2) Kurana nasib olmuştur.
Bütün bu tarihi belgelere rağmen Kurandan şüphesi olanlar; akl-ı selimin ışığında onun ölümsüz mesajını tetkik etsinler. O zaman, ilahi ve mu'cizü'l-beyan bir kitap olduğunu hemen fark edeceklerdir. Onlar da, ilim- araştırma ve şüphe çağı olan yirminci asırda Kuranı inceleyerek ona teslim olmuş ve İslamı seçmiş Prof.Dr.Maurice Bucaille(Tıp Fakültesinde Cerrahi bölümü başkanlığı yapmış bir Fransız doktoru. Yıllarca süren incelemelerini, Kitab-ı Mukaddes-Kuran ve Bilim adlı kitapta yayınlayarak Müslüman oldu-1976-) gibi şöyle haykıracaktır: Kuranın bildirdiklerinden hiçbiri, bilimsel bakış açısından herhangi bir itiraza mahal vermez...Onda her şey, insanlar tarafından kolayca anlaşılabilecek sade bir dille ve çok sonralar keşfedilecek bilgilere son derece uygun olarak ifade edilir.
Ya da, yine çağımızın başka bir zirve talihlisi Roger Garaudy(Fransız Ü.Öğretim üyesi. Siyaset adamı ve düşünür. Fransız Komünist P.eski üyesi.Parlamenter ve senatör/1945-1962. Marksist Araştırma ve İncelemeler Merkezi eski müdürü. 1981 yılında İslamı seçti ve İslamın Vadettikleri adlı kitabını yayınladı) gibi şunu söyleyeceklerdir:
Ne İslamiyetle ilmin, ne de vahiyle mantığın arasında bir aykırılık yoktur. İlmi engelleyenler, soysuzlaşmış bilimcilerdir.
Daha önceleri de Prof. Carlyle; Benim fikir ve kanaatime göre Kuran, baştan sona samimiyet ve hakkaniyetle doludur dememiş miydi?
Meşhur Goethe de; Kuran yaratılmış mıdır, bilmiyorum; ama kitapların kitabıdır; buna bir müslüman gibi inanıyorum, diyordu.
Öyleyse; her asırda olduğu gibi bugün de, insanlığın maddî ve manevî kurtuluşu; kitapların kitabı olan, zaman ihtiyarladıkça gençleşen ve daima tek hidayet kaynağı olan Kuran-ı Azimüşşana bağlanmakla, onu hayata hakim kılmakla mümkün olacaktır.